İklim Adaleti: Sorumluluğu Kim Almalı?

İklim Adaleti: Sorumluluğu Kim Almalı?

İklim adaleti, iklim krizinin temel nedenlerine ve iklim değişikliğinin eşitsizlikleri nasıl artırdığına ve büyüttüğüne odaklanıyor.

Bir yanda kasırgalar, seller bir yanda orman yangınları ve kuraklık… İklimin değişmesiyle beraber şiddetini artıran aşırı hava olayları karşısında insanlık deyim yerindeyse can çekişiyor. Tam da bu nedenle iklim değişikliğinin bir insan hakları krizi olduğunu da söylememiz gerekiyor çünkü başta yaşam hakkı, sağlık hakkı, gıda, su, barınma hakkı gibi birçok temel insan hakkını derinden sarsıyor.

İklim değişikliği ile mücadeleyi güçlendirirken temel insan haklarını da korumayı amaçlayan bir kavram insanlığa rehberlik ediyor: İklim adaleti. Birleşmiş Milletler’e göre iklim adaleti, iklim değişikliği konusunda karar alma ve eylem süreçlerinin merkezine eşitliği ve insan haklarını koymak anlamına geliyor. İklim adaleti yaklaşımı, iklim krizinin temel nedenlerine ve iklim değişikliğinin eşitsizlikleri nasıl artırdığına ve büyüttüğüne odaklanıyor.

Kavram, ülkelerin ve toplumların iklim kriziyle ilgili olarak taşıdıkları eşitsiz tarihsel sorumluluğu ifade etmek için yaygın olarak kullanılıyor. İklim adaleti, büyük miktarda sera gazı salımına neden olarak zenginleşen ülkelerin, endüstrilerin, şirketlerin ve insanların, iklim değişikliğinden etkilenenlere, özellikle de krizde en az sorumluluğu bulunan en savunmasız ülkelere ve topluluklara yardım etme zorunluluğuna dikkat çekiyor. 

Neden? Çünkü iklim değişikliğine uyum sağlama kapasitesi sınırlı olan savunmasız ülkeler/topluluklar için etkiler daha şiddetli oluyor. Örneğin 2010-2020 yılları arasında sel, kuraklık ve fırtınalardan kaynaklanan ölümler, iklim değişikliği karşısında son derece kırılgan bölgelerde 15 kat daha fazlaydı. 

Türkiye En Çok Emisyona Neden Olan 13. Ülke

Geldiğimiz noktada ülkelerin neden oldukları emisyonlara bakmak faydalı olabilir. Burada mevcut, tarihsel ve kişi başına düşen emisyonlar olmak üzere üç farklı yaklaşım bulunuyor. Mevcut emisyonlara bakıldığında küresel emisyonların %50’sinden Çin, ABD, AB ve Hindistan’ın sorumlu olduğu görülüyor. Türkiye 175 ülke arasında en çok sera gazı emisyonuna sebep olan 13. ülke konumunda. 

Tarihsel emisyonlar ise, adı üstünde, emisyonlara ilişkin tarihsel sorumluluğu işaret ediyor. İnsan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğine dair bilimsel çalışmalar özellikle kömürün kalkınma amacıyla yoğun bir şekilde yakılmaya başlandığı Sanayi Devrimi’ni başlangıç noktası olarak alıyor. Sanayi Devrimi’nden bu yana küresel sıcaklık artışında en büyük rolü oynayan ülkeler arasında ABD, Rusya ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Birleşik Krallık yer alıyor. Kişi başına düşen emisyonlara bakıldığında ise daha çok petrol zengini olan Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi ülkeler öne çıkıyor.

Peki ya endüstri bazında kim başı çekiyor derseniz cevap fosil yakıtlarda. Neredeyse tüm endüstriler fosil yakıt yakıyor, ancak bazıları sera gazı emisyonlarına diğerlerinden daha fazla katkıda bulunuyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, en fazla fosil yakıt emisyonu üreten sektör  enerji. İkinci büyük kirletici ise tarım sektörü. Endüstriyel hayvancılık, ormansızlaşma ve arazi kullanımındaki değişiklik gibi uygulamalar yalnızca sera gazı emisyonlarına katkıda bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda artan karbondioksit seviyelerine karşı doğal savunmamızı da yok ediyor.

Dünyanın En Zengin %1’lik Kesimi İklim Değişikliğini Körüklüyor

Endüstri gözetmeksizin fosil yakıt şirketlerinin iklim değişikliğindeki rolüne baktığımızda ise resim daha da netleşiyor. Yakın tarihli bir araştırma, 36 büyük fosil yakıt şirketinin küresel karbon emisyonlarının yarısına neden olduğunu ortaya koyuyor. Verilere göre, bahsi geçen 36 şirket arasında bulunan Suudi Arabistan’ın ulusal petrol ve gaz şirketi Saudi Aramco eğer bir ülke olsaydı Çin, ABD ve Hindistan’dan sonra dünyayı en çok kirleten dördüncü ülke olurdu. ABD’li petrol ve gaz şirketi ExxonMobil ise dünyanın dokuzuncu en büyük kirleticisi olan Almanya ile hemen hemen aynı miktarda emisyondan sorumlu.

Ülkelerden, endüstrilerden veya şirketlerden bağımsız bir şekilde zengin bireylerin emisyonların artışındaki sorumluluğu da oldukça fazla. Durum öyle bir noktaya ulaştı ki, dünyanın en zengin elli milyarderi üç saatten daha kısa bir sürede ortalama bir İngilizin tüm yaşamı boyunca ürettiğinden daha fazla karbon emisyonu üretiyor. Dünyanın en zengin %1’lik kesiminin neden olduğu yüksek karbon emisyonları açlığı, yoksulluğu ve ölümleri artırıyor.

İklim krizinin geldiği noktada artık herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. Devletler, güçlü iklim eylem planlarıyla emisyonlarını azaltmalı, tarihsel sorumluluklarını kabul etmeli ve yasal düzenlemelerle endüstrilerin ve şirketlerin ve hatta zenginlerin, örneğin uçuş vergisi ile, emisyonlarının azaltılmasına ön ayak olmalı. Bunun yanı sıra şirketlere ve zenginlere yönelik servet vergisi gibi uygulamalarla iklim krizi mücadelesinin desteklenmesi fikri de sıkça gündeme geliyor. Bu doğrultuda kararlar alınmaya başlandığını da söylemeliyiz. Örneğin COP28’te hayata geçirilen Kayıp ve Zarar Fonu, iklim değişikliğinin yol açtığı felaketlerle başa çıkmada yoksul ve savunmasız ülkelere yardım etmeyi amaçlıyor. Şu ana kadar bu hedefle yaklaşık 700 milyon dolar toplandı ancak ihtiyaç duyulan miktarın trilyonlarca dolar olduğu belirtiliyor. Kısacası daha yolun oldukça başındayız. 

Her ne kadar Türkiye küresel sera gazı emisyonlarının %1’inden sorumlu olsa da kişi başına düşen emisyonları artıyor. 2023’te 7 tona ulaşan kişi başına düşen sera gazı emisyonu, 1990’da 4,1 ton ve 2022’de ise 6,6 ton olarak kaydedilmişti. Mevcut iklim eylem planımız oldukça yetersiz ve hatta emisyonları azaltmayı değil, artırmayı hedefliyor. Bu nedenle halen insanlığı felakete sürükleyecek +5 derecelik sıcaklık artışına neden olacak iklim hedeflerine sahip ülkeler arasında yer alıyoruz. Türkiye bir an önce güçlü bir iklim eylem planı ortaya koyarak küresel iklim değişikliği mücadelesine iklim adaleti çerçevesinde anlamlı katkılar sunabilir.