Ekonomi ve İklim https://ekonomiveiklim.org/ Wed, 19 Mar 2025 09:49:33 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.7.2 https://ekonomiveiklim.org/wp-content/uploads/2023/10/favicon.png Ekonomi ve İklim https://ekonomiveiklim.org/ 32 32 Yerli, Milli ve Temiz Enerji Kaynakları Binlerce İnsanın Yeni Ekmek Kapısı Olabilir! https://ekonomiveiklim.org/yerli-milli-ve-temiz-enerji-kaynaklari-binlerce-insanin-yeni-ekmek-kapisi-olabilir/ Thu, 27 Mar 2025 12:00:18 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1495 2053 net sıfır yolunda kirli, pahalı ve çoğunluğu ithal yani yurt dışına para ödeyerek aldığımız fosil yakıtlar yerine ülkemizin sahip olduğu güneş ve rüzgar enerjisi gibi temiz enerji kaynaklarına geçiş, milli servetimizi korurken ekonomimizi güçlendirebilir ve daha çok insanımızı iş sahibi yapabilir.  Türkiye’nin son yıllarda karşı karşıya olduğu ekonomik kriz derinden hissediliyor. Enflasyonun artmasıyla beraber […]

The post Yerli, Milli ve Temiz Enerji Kaynakları Binlerce İnsanın Yeni Ekmek Kapısı Olabilir! appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
2053 net sıfır yolunda kirli, pahalı ve çoğunluğu ithal yani yurt dışına para ödeyerek aldığımız fosil yakıtlar yerine ülkemizin sahip olduğu güneş ve rüzgar enerjisi gibi temiz enerji kaynaklarına geçiş, milli servetimizi korurken ekonomimizi güçlendirebilir ve daha çok insanımızı iş sahibi yapabilir. 

Türkiye’nin son yıllarda karşı karşıya olduğu ekonomik kriz derinden hissediliyor. Enflasyonun artmasıyla beraber alım gücümüz her geçen gün düşerken, işsizlik oranları da yüksek seviyelerde seyrediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçtiğimiz Aralık ayında açıkladığı rakamlara göre 3 milyon 175 bin kişi şu anda işsiz. Ancak önümüzde ekonomimizi güçlendirmek ve daha fazla istihdam yaratmak adına yapacağımız yeni yatırımları fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yapmak gibi önemli bir fırsat var. 

Enerji ihtiyaçlarımızın karşılanması için fosil yakıtlar yerine rüzgar ve güneş enerjisine yatırım yapmak bir seçenek değil ama bir zorunluluk olarak ortada duruyor. Ancak bu şekilde sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 1,5 derecede sınırlamak ve böylece iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak mümkün olabilir. Enerji dönüşümüne, yani fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişe dair çabalar ve hedefler, uluslararası iklim müzakerelerinin anlaşmalarına da dahil oluyor. 2023’te Birleşik Arap Emirlikleri’nde düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) 28. İklim Değişikliği Zirvesi’nde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yaklaşık 200 ülke fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı alırken, 130’dan fazla ülke ise yenilenebilir enerji kapasitesini 2030’a kadar 3 katına çıkarmayı kabul etti. Türkiye ise bu hedefin de üzerine çıkarak kömür, gaz ve petrol gibi fosil yakıtların aksine, yerli, milli ve temiz enerji kaynakları olan güneş ve rüzgar kapasitesini 2035’e kadar 4 katına çıkararak 120 GW’a artırmayı hedefliyor. 

Yenilenebilir Enerji Sektöründe İstihdam Her Geçen Yıl Artıyor

Yenilenebilir enerji sektörü ekipman imalatından bakıma, kurulumdan elektrik üretimine kadarki tüm süreçte farklı alanlarda istihdam yaratıyor. En son veriler, yenilenebilir enerji sektörünün, 2023’te rekor bir artış göstererek dünya genelinde istihdamı yüzde 18,2 oranında artırdığını ve toplam çalışan sayısını 16,2 milyona çıkardığını işaret ediyor. Sektörel olarak bakıldığında, en fazla istihdamı 7,2 milyon çalışan ile güneş enerjisinin sağladığını görüyoruz. Rüzgar enerjisi ise 1,5 milyon kişiyi istihdam ederek dikkat çekici bir artış gösteriyor. 

Rakamların önümüzdeki dönemde, bu alandaki yatırımların artmasıyla beraber yükseleceği öngörülüyor. Örneğin sadece küresel rüzgar enerjisi sektörünün, 2027 yılına kadar beklenen küresel rüzgar projelerini inşa etmek, kurmak, işletmek ve bakımını yapmak için ihtiyaç duyduğu rüzgar teknisyeni sayısının yaklaşık 600 bin olduğu hesaplanıyor. Bu kişilerin neredeyse yarısının (yüzde 43) ise ilk defa bu iş kolunda çalışması bekleniyor. Kısacası, tüm dünyada yenilenebilir enerji sektöründe çalışacak insan ihtiyacı her geçen gün artıyor. Peki Türkiye’de durum nasıl? Yenilenebilir enerji ekonomimizi ve istihdamı nasıl etkileyebilir? Şimdi bu soruların yanıtlarını arayalım…

Fosil Yakıtlar Türkiye’nin Ekonomik Potansiyelinin Önünü Kapatıyor

Türkiye’de yerli, milli ve temiz enerji kapasitesinin artmasıyla beraber iklim değişikliği ile daha güçlü mücadele etme şansına sahip olurken, aynı zamanda ekonomimizi de güçlendiriyoruz. Diğer başka birçok sektörle de iç içe çalışan yenilenebilir enerji sektörü sayesinde, Türkiye’de 670 bini doğrudan, 270 bini dolaylı olmak üzere yaklaşık 900 bin kişinin istihdam edildiği düşünülüyor. Bu rakamların artması da pekâlâ mümkün. Burada önemli olan ülkemizin nasıl bir tercih yapacağı. Türkiye her yıl yurt dışına milyonlarca dolar harcayarak satın aldığı fosil yakıtlara bel bağlamak yerine yenilenebilir enerjiye yatırım yaparak 2030 yılına kadar GSYH’sini yılda 8 milyar dolar daha artırabilecek, 300 bini aşkın yeni iş yaratabilecek, sera gazı salımlarını 2019 düzeyine göre %8 azaltabilecek. Enerji ihtiyacımızın karşılanması için rüzgar ve güneş enerjisine yatırım yapılması, yalnızca çevre için yarar sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda büyüme, istihdam yaratma ve ticaret dengesi bakımından güçlü ekonomik kazançlar getirecek. 

Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda yol almasının ülkemiz ekonomisi için bir maliyet getireceğini de kabul etmeliyiz. Ancak getireceği maliyetin çok daha fazlasını da kazandıracağını vurgulamalıyız. Şöyle ki 2055 yılına kadar olan süreçte enerji dönüşümün, net sıfır hedefi yolunda gidilirse, yıllık ortalama ek maliyeti 26 milyar dolar olurken yıllık ortalama ek faydasının ise 51,4 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. 

Kimseyi Geride Bırakmadan Fosil Yakıtları Terk Edebiliriz

Tüm bu süreçten en çok etkilenecek grupların ise başta kömür olmak üzere, fosil yakıt sektörü olacağı ise bir başka gerçek. Ancak örneğin kömürü terk etmek korkulduğu gibi istihdamda büyük bir etki yaratmayacak. Nasıl mı? Rakamlar bunun da cevabını veriyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre Türkiye’de 35 bin kadar kişi kömür ve linyit madenciliği sektöründe, 8-10 bin kişi kömürlü termik santrallerde kayıtlı olarak istihdam ediliyor. TÜİK Hanehalkı İşgücü Anketi verilerine göre sektördeki kayıtlı ve kayıt dışı istihdam, toplam istihdamın binde 2’sinden daha az. Kömür ve linyit madenciliğinin katma değerinin ise GSYH içindeki payı yıllar içinde azalarak %0,08’e kadar düştü. Türkiye’nin kömür şehri Zonguldak’ta bile istihdamın ancak yüzde 4 ila yüzde 6’sını kömür madenciliği sektörü oluşturuyor. 

Fosil yakıtları terk etmek o sektörlerde çalışan insanların da kaderine terk edileceği anlamına gelmiyor. Bunun önüne geçmek için yapılacaklar da oldukça açık. Kömüre verilen teşviklerin iklim hedefleriyle uyumlu yeşil sektörlere kaydırılması ile Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi desteklenebilir ve yeni iş olanakları yaratılabilir. Çalışanların profili çıkartılarak mesleki beceri için eğitim, yönlendirme, erken emeklilik, sosyal yardım programları hazırlanabilir. Örneğin yüzde 66’sı 25-44 yaş arası olan madencilerin eğitim seviyesi diğer sektörlerden düşük değil. Bu, madencilerin başka sektörlerde istihdam edilmelerinin mümkün olduğu anlamına geliyor. Tüm bunların yanı sıra herkesin dahil olduğu adil dönüşüm mekanizması kurularak dünyadaki iyi örnekler ışığında uzun dönemli planlama yapılabilir.

Görüldüğü üzere 2053 net sıfır yolunda kirli, pahalı ve çoğunluğu ithal yani yurt dışına para ödeyerek aldığımız fosil yakıtlar yerine güneş ve rüzgar gibi yerli, milli ve temiz enerji kaynaklarına geçiş ülkemizin milli servetini korurken ekonomisini güçlendirebilir ve daha çok insanımızı iş sahibi yapabilir. 

The post Yerli, Milli ve Temiz Enerji Kaynakları Binlerce İnsanın Yeni Ekmek Kapısı Olabilir! appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Avrupa’nın İklim Nötr Hedefinde Türkiye Nerede Konumlanıyor?-II https://ekonomiveiklim.org/avrupanin-iklim-notr-hedefinde-turkiye-nerede-konumlaniyor-ii/ Wed, 19 Mar 2025 08:54:17 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1521 Türkiye enerji dönüşümü ile sanayisini karbonsuzlaştırarak hem iklim değişikliği ile mücadelesini  hem de ekonomisini güçlendirme fırsatına sahip. Avrupa Birliği’nin (AB) iklim değişikliği ile mücadelesinde önemli bir yer tutan ve aynı zamanda ekonomik büyüme yol haritasını ortaya koyan Avrupa Yeşil Mutabakatı, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Türkiye’nin uluslararası rekabette gücünü koruması ve hatta elini daha da güçlendirmesi […]

The post Avrupa’nın İklim Nötr Hedefinde Türkiye Nerede Konumlanıyor?-II appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Türkiye enerji dönüşümü ile sanayisini karbonsuzlaştırarak hem iklim değişikliği ile mücadelesini  hem de ekonomisini güçlendirme fırsatına sahip.

Avrupa Birliği’nin (AB) iklim değişikliği ile mücadelesinde önemli bir yer tutan ve aynı zamanda ekonomik büyüme yol haritasını ortaya koyan Avrupa Yeşil Mutabakatı, Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Türkiye’nin uluslararası rekabette gücünü koruması ve hatta elini daha da güçlendirmesi için mutabakata ve getirilerine uyum sağlaması oldukça önemli. Enerji dönüşümüyle birlikte sanayi dönüşümünü de destekleyerek uluslararası iş birlikleri aracılığıyla finansman fırsatlarını değerlendirebiliriz. En büyük ticari ortağımız olan AB’nin ortaya koyduğu stratejide bizi doğrudan ilgilendiren başlık ise Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM).

SKDM emisyon yoğun ürünlerin ithalatında karbon fiyatlandırması uygulamasıyla hem ithal hem yerli ürünlerin aynı vergilendirmeye maruz kalmasını, böylece karbon yoğun ürünlerin yurt dışında üretilerek karbon salımının vergiden kaçınarak yer değiştirmesini, yani karbon kaçağının önlenmesini amaçlıyor. SKDM’nin ilk aşaması demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojeni kapsayacak ve 2026’dan itibaren vergilendirme başlayacak.  

Uygulama kapsamındaki 6 sektörde, AB’ye 2023’te yaklaşık 10 milyar dolarlık ihracat yapıldı ve söz konusu ürünlerde AB’ye ihracatın toplam ihracat içindeki payı %42 oldu. Bu da bahsi geçen miktar ve orandaki ihracatın SKDM’den etkileneceği anlamına geliyor. Türkiye, uygulama kapsamındaki sektörler arasında AB’ye en çok demir-çelik ihracatı yapan ülke. 2023’te 6 milyar 255 milyon 273 bin dolarlık ürün AB ülkelerine gönderildi. Bu sektörde AB’nin, Türkiye’nin ihracatı içindeki payı ise %39 oldu. AB’ye alüminyum ihracatı ise yine aynı dönem için 3 milyar 16 milyon 722 bin dolar oldu. Bu rakam, Türkiye’nin alüminyum ihracatında %59’a denk geliyor. Söz konusu dönemde 232 milyon 996 bin dolarlık gübre, 149 milyon 41 dolarlık elektrik, 116 milyon 901 bin dolarlık çimento ve 8 bin dolarlık hidrojen ürünü AB’ye ihraç edildi. Uygulama kapsamındaki sektörlerin sayısının da gelecek dönemde artması bekleniyor.

Karbon Fiyatlandırması Maliyetleri Düşürebilir

Türkiye, SKDM’nin ekonomiyi nasıl etkileyeceğini dair çalışmalarını hızlandırmış durumda. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı çalışan İklim Değişikliği Başkanlığı’nın hazırladığı bir analize göre, demir-çelik SKDM’den en çok etkilenecek sektör olarak öne çıkıyor. Çimento sektörü ise ikinci sırada yer alıyor. Ulusal bir karbon fiyatlandırması uygulaması ise maliyetleri düşürebilecek bir öneri olarak analizde yer alıyor. 

Tam da bu noktada, karbon fiyatlandırmasının ve Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) ne anlama geldiğine bakmak önümüze daha net bir tablo koyabilir. Karbon fiyatlandırması, sera gazı emisyonlarının yol açtığı zararların maliyetini, bu emisyonlara neden olanların üstlenmesini sağlayan bir mekanizma. Bu sistem, ürünlere verilen zarar, sıcak hava dalgaları ve kuraklık nedeniyle artan sağlık maliyetleri, sel ve deniz seviyesinin yükselmesi sonucu mülk kaybı gibi dış maliyetleri kapsıyor. Buradan elde edilen gelir iklim ve doğa ile ilgili projelere aktarılabildiği gibi yeşil dönüşüm alanında da kullanılabiliyor. ETS ise, atmosfere sera gazı salan kuruluşların (ülkeler, şirketler veya üretim tesisleri gibi) bu emisyonları (izin veya tahsisat olarak) kendi aralarında satın almalarına ve satmalarına olanak tanıyan bir piyasa mekanizması. Dünya Bankası’nın karbon fiyatlandırması ve ETS’lerdeki gelişmeleri ele aldığı 2024 tarihli bir raporu, küresel karbon fiyatlandırması sonucu sağlanan gelirin 2023’te 104 milyar dolarlık rekor seviyeye ulaştığını belirtirken, bu alanda çok daha büyük bir potansiyelin olduğu da vurguluyor çünkü uygulanan karbon vergileri ve ETS’ler küresel emisyonların sadece %24’ünü kapsıyor. Daha büyük bir kapsam, daha fazla gelir anlamına geliyor. Gelirin yanı sıra Paris Anlaşması’nın sıcaklık hedeflerine ulaşmak için karbon fiyatlandırmasının ve ETS’lerin kapsamının daha da büyümesi gerekiyor. Türkiye’nin ise şu an için bir ETS’si bulunmuyor ancak birazdan değineceğimiz üzere, önümüzdeki dönemde bu araçların oluşturulması da planlanıyor. 

İdari raporlaması 2024’te başlayan SKDM’nin 2026’da finansal yükümlülükleri devreye girecek. Bu, vergilendirme işlemi için önümüzde 8 aylık bir süre var demek. Türkiye’nin, SKDM’nin uygulanmasını beklemeden güçlü ve aktif bir iklim politikası izlemesi durumunda, ekonomik kazancı artarken çevre açısından da çok daha olumlu sonuçlar elde edebilir. Sera gazlarının ülke içinde fiyatlanacağı bir sistem kurulması halinde, mevcut yaklaşımla devam edilen duruma kıyasla, emisyonlar ve cari açığın düşeceği, GSYH’nin ise %3 daha büyük olacağı hesaplanıyor. İhracatçıların her yıl AB’ye ödeyeceği 1,1 ila 1,8 milyar euroluk vergi ise, Türkiye’de kalmış olacak. 

İklim Değişikliği Bakanlığı’nın çalışmasına dönecek olursak, analiz farklı karbon fiyatlandırmaları durumunda Türkiye’nin ekonomik kazançlarını ve kayıplarını belirliyor. Buna göre; AB’ye ihraç edilen hedef ürünlerdeki emisyonlar dikkate alınarak 1 ton karbon başına 75 euroluk bir SKDM ücreti varsayıldığında sanayiye yönelik potansiyel yıllık SKDM maliyetleri 2027 yılında 138 milyon euroya ulaşıyor. Öte yandan SKDM ücretinin 1 ton karbon başına 150 euroya yükselmesi halinde bu maliyetlerin 2032 yılına kadar yıllık 2,5 milyar euroya yükselebileceği tahmin ediliyor. Bunun zaman içinde hesaplamaya dahil olacak sanayi kolları için artan bir SKDM ücreti yüküne sebep olacağı öngörüler arasında yer alıyor. Raporda belirtildiği üzere, Türkiye’nin 1 ton karbon başına 20 euroluk bir ulusal karbon fiyatı uygulaması durumunda, potansiyel SKDM maliyetleri 2027 yılında yılda 56 milyon euroya düşebilir. Bu rakamın 50 euroya yükselmesi durumda ise, SKDM maliyetlerinin 2032 yılına kadar yıllık 1,08 milyar euroya düşmesi bekleniyor. Bu, SKDM maliyetlerinin 1,5 milyar euro azalacağı anlamına geliyor. Kısacası emisyona neden olan şirketlerin ton başına ürettikleri karbon için daha fazla ödeme yapmaları durumunda Türkiye ekonomisi fayda sağlayabilir. 

Türkiye Nasıl Bir Emisyon Ticaret Sistemi Kurmalı?

Bunun yanı sıra SKDM sektörlerinde güçlü bir yapısal dönüşüm de gerekli. SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin çalışmasına göre SKDM’de uluslararası rekabet için önümüzdeki 10 yıl oldukça kritik. Bu süre içinde ekonomik maliyetleri azaltma ve verimliliği artırmaya yönelik sanayi, ticaret ve karbonsuzlaşma eylemlerini hayata geçirmek gerekiyor. Bu yol haritalarının SKDM sektörleriyle beraber, bunların ilişkide olduğu tüm sektörleri içermesi de öneriliyor. Çalışmada, SKDM’den kaynaklı doğrudan maliyetleri azaltmak için ek önlemlere ihtiyaç duyulabileceği belirtilerek, bizim de sık sık vurgulamaya çalıştığımız şu maddeler tavsiye ediliyor:

– Türkiye’nin karbon fiyatlaması ve ETS uygulamasına geçmesi,

– Yerel karbon vergisi gelirlerinin dönüşümün finansmanında kullanılması,

– Uluslararası iş birliği ve finansman.

Türkiye ise, yukarıda belirtildiği üzere, henüz ETS konusunda emekleme aşamasında. TBMM’ye sunulan ve çevre komisyonunda onaylanan İklim Kanunu teklifi, ETS’nin kurulmasını öngörüyor. Buradan elde edilecek gelirlerin yeşil dönüşüm ve iklim değişikliğiyle mücadele amacı dışında kullanılamayacağı belirtiliyor. Ancak, kanun teklifindeki haliyle söz konusu ETS yapısının ne denli işlevsel olduğu ise soru işaretleri barındırıyor. Türkiye’nin iklim alanında çalışan 15 sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren İklim Ağı, sera gazı emisyonlarının azaltımını hedeflemeden devreye alınacak bir ETS’nin, düşük karbon fiyatlarının oluştuğu, sığ bir emisyon piyasasına dönüşme riski taşıdığını belirtiyor. Mevcut teklifle “denkleştirme” yöntemi de öneriliyor ki bu sayede tesisler, emisyonlarını azaltmak yerine fidan dikmek gibi uygulamalarla emisyon bedeli ödemekten kaçınabilirler. İklim Ağı’nın bir başka itirazı ise, ETS’den elde edilecek gelirlerin çalışanlar ve hane halkları yararına kullanılmasına yönelik bir düzenlemenin bulunmaması. Gelirler yalnızca özel sektörün yeşil dönüşümüne ayrılıyor. Oysa iklim adaletinin bir gereği olarak, iklim değişikliğinin sel, fırtına, orman yangınlar gibi olumsuz etkileri nedeniyle vatandaşlarımızın maruz kaldığı kayıp ve zararların karşılanmasına yönelik bir mekanizmanın tanımlanması ve bu mekanizmanın ETS gelirleriyle finanse edilmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra kömürlü termik santraller gibi fosil yakıta dayalı sektörlerin kademeli olarak ortadan kalkmasıyla etkilenecek çalışanların ve geçim kaynakları bu sektörlere dayalı olan vatandaşların mağdur olmaması için ETS gelirleri de kullanılabilir. 

Türkiye bu yolda enerji dönüşümü ile sanayisini karbonsuzlaştırarak hem iklim değişikliği ile mücadelesini hem de ekonomisini güçlendirme fırsatına sahip. Ülkemiz; kömür, petrol ve gaz gibi kirletici kaynaklara nazaran gün geçtikçe ucuzlayan yerli, milli güneş ve rüzgar enerjisi kaynaklarına yatırımı hızlandıracak bir yol haritası ile döngüsel ekonomi gibi daha az kaynakla daha verimli bir ekonomik modeli de benimseyerek sürdürülebilir üretim, inovasyon ve ekonomik dayanıklılık alanlarında küresel bir lider olma potansiyelini açığa çıkarabilir.

Yazının 1. bölümünü okumak için tıklayınız. 

The post Avrupa’nın İklim Nötr Hedefinde Türkiye Nerede Konumlanıyor?-II appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Avrupa’nın İklim Nötr Hedefinde Türkiye Nerede Konumlanıyor?-I https://ekonomiveiklim.org/avrupanin-iklim-notr-hedefinde-turkiye-nerede-konumlaniyor-i/ Wed, 19 Mar 2025 08:48:51 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1518 Emisyon yoğun sanayimizi dönüştürerek iklim kriziyle mücadele ederken, ekonomik olarak da çok daha kazançlı çıkabiliriz. Dünyada iklim kriziyle mücadele arzu edilen hızda ilerlemiyor. Bu bir gerçek. Mevcut politikalar nedeniyle dünya yüzyılın sonuna kadar 2,6 derecelik ısınmaya doğru ilerliyor. Geride bıraktığımız yıl kayıtlara geçen en sıcak yıl olarak duyuruldu. 2024’ün aynı zamanda sanayi öncesi seviyelere kıyasla […]

The post Avrupa’nın İklim Nötr Hedefinde Türkiye Nerede Konumlanıyor?-I appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Emisyon yoğun sanayimizi dönüştürerek iklim kriziyle mücadele ederken, ekonomik olarak da çok daha kazançlı çıkabiliriz.

Dünyada iklim kriziyle mücadele arzu edilen hızda ilerlemiyor. Bu bir gerçek. Mevcut politikalar nedeniyle dünya yüzyılın sonuna kadar 2,6 derecelik ısınmaya doğru ilerliyor. Geride bıraktığımız yıl kayıtlara geçen en sıcak yıl olarak duyuruldu. 2024’ün aynı zamanda sanayi öncesi seviyelere kıyasla 1,5 derece üzerinde sıcaklıkların yaşandığı ilk yıl olduğu da verilerle ortaya kondu. Bu durum uzun vadeli hedefin kaçırıldığı anlamına gelmiyor ancak gidişatın ne denli tehlikeli olduğunu da açık bir şekilde gösteriyor. Ancak bu alanda verilen mücadelenin önemli kilometre taşlarını da görmezden gelemeyiz. Onlardan biri de Avrupa Yeşil Mutabakatı.  

Avrupa Birliği’nin (AB) büyüme stratejisi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı 2019’un sonunda duyuruldu. Plan, 2050 yılına kadar iklim nötr olma nihai hedefiyle AB’yi yeşil dönüşüm yoluna sokan politikaları içeriyor.       

Mutabakat küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere kıyasla 1,5 derece ile sınırlamayı amaçlayan Paris Anlaşması’na AB’nin katkısı anlamına da geliyor. Diğer yandan iklim değişikliğindeki tarihi sorumluluğunu dikkate alırsak AB’nin 2040’a kadar net sıfır olması gerekiyor.

Yeşil Mutabakat, AB’nin modern ve rekabetçi bir ekonomiye sahip, adil ve müreffeh bir topluma dönüşmesini destekliyor. Temiz, döngüsel bir ekonomiye geçerek kaynakların verimli kullanımını artırmaya, iklim değişikliğini durdurmaya, biyolojik çeşitlilik kaybını tersine çevirmeye ve kirliliği azaltmaya yönelik eylemler içeren bir yol haritası sunuyor.

Strateji, tüm politika alanlarının iklim değişikliğiyle mücadeleye katkı sunması gerektiğini vurguluyor ve enerji, ulaştırma, sanayi, tarım ve finans gibi sektörlerde alınacak önlemlerin çerçevesini çiziyor. Bugüne kadar yukarıda bahsi geçen tüm alanlarda mutabakat uyarınca çok sayıda sektörel strateji, politika değişikliği ve mevzuat kabul edildi. Bunlardan öne çıkanlara hızlıca göz atmak mutabakatın neyi hedeflediğini anlamamıza yardımcı olabilir.

Enerji Sektörünün Karbonsuzlaştırılması

Mutabakatın öngördüğü dönüşümün merkezinde, AB’nin sera gazı emisyonlarının %27,4’ünden sorumlu olan enerji sektörünün fosil yakıtlar yerine temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih ederek karbondan arındırılması yer alıyor. Stratejinin hedefleri doğrultusunda AB, güvenli ve uygun maliyetli bir enerji tedariği sağlamayı, tamamen entegre, birbirine bağlı ve dijitalleştirilmiş bir enerji piyasası geliştirmeyi amaçlıyor. Özellikle binaların enerji performansını iyileştirerek ve büyük ölçüde güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynaklara dayalı bir enerji sektörü geliştirerek enerji verimliliğini sağlamak öncelikler arasında. Bu çerçevede Hidrojen Stratejisi, Yenileme Dalgası Stratejisi, Metan Stratejisi, Açık Deniz Yenilenebilir Enerji Stratejisi, Enerji Sistemleri Entegrasyon Stratejisi gibi önemli sektörel stratejiler hayata geçirildi. 

Ulaştırma sektörü ise AB’nin sera gazı emisyonlarının yaklaşık dörtte birini oluşturuyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı, AB’nin iklim nötr bir ekonomi haline gelmesi için ulaşımdan kaynaklanan sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar 1990 seviyelerine göre %90 oranında azaltılması çağrısında bulunuyor. Bu çağrı, Avrupa Komisyonu’nun “Sürdürülebilir ve Akıllı Hareketlilik Stratejisi”nde hayat buluyor.

Sanayi, AB’nin üzerine eğildiği kritik alanlardan bir tanesi. Geçtiğimiz günlerde duyurulan Temiz Sanayi Mutabakatı ile AB sanayisini karbondan arındırma çalışmalarına ivme kazandırmayı amaçlıyor. Bu doğrultuda mutabakat; enerji fiyatlarını düşürmek, temiz ürünlere olan talebi artırmak, geçiş için finansman sağlamak, döngüsel ekonomiyi güçlendirmek, AB’nin iklim hedeflerine ulaşmak için küresel ortaklıkları teşvik etmek ve yeni iş ve beceriler yaratmak gibi hedeflere sahip.

Emisyon Azaltım Hedefleri İklim Kanunu ile Yasallaşıyor

2050 stratejisi kapsamında sunulan bir diğer plan ise Döngüsel Ekonomi Eylem Planı.  Avrupa’nın sürdürülebilir büyümeye yönelik temel gündemi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın yapı taşlarından biri olarak doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmayı ve sürdürülebilir büyüme ve istihdam yaratmayı hedefleyen plan, döngüsel ekonomi süreçlerini ve sürdürülebilir tüketimi teşvik edecek önlemleri içeriyor. Böylelikle kullanılan kaynakların AB ekonomisinde mümkün olduğu kadar uzun süre kalmasını sağlamak amaçlanıyor.

Yeşil Mutabakat kapsamında yayımlanan diğer iki önemli plan ise Çiftlikten Çatala Stratejisi ve Avrupa Biyoçeşitlilik Stratejisi. Çiftlikten Çatala Stratejisi; gıda sistemlerini adil, sağlıklı ve çevre dostu hale getirmeyi amaçlarken biyoçeşitlilik stratejisi, kara ve denizlerin tahribatı, doğal kaynakların aşırı tüketimi, kirlilik ve istilacı türler gibi biyoçeşitlilik kaybının temel etkenlerini ve bunlarla mücadele yollarını ele alıyor. 

AB birçok strateji, politika değişikliği ve mevzuatın yanı sıra bir iklim yasası hazırlayarak Yeşil Mutabakat’ın başlıca hedefi olan 2050 yılına kadar iklim nötr olma planını, yasal olarak da bağlayıcı hale getirdi. Kanun, 2050’de iklim nötr olma hedefi yanında, ara hedef olarak “55’e Uyum” adıyla bilinen 2030’da 1990’a oranla %55 emisyon azaltımı hedefini de içeriyor. 55’e uyum paketi içerisinde öne çıkan başlıklardan biri ise yenilenebilir enerji. Bu çerçevede kabul edilen Yenilenebilir Enerji Direktifi, AB’nin genel enerji tüketiminde yenilenebilir enerjinin payını 2030 yılına kadar %45’e çıkarmayı hedefliyor. Enerji yoğun endüstriler ve enerji üretim sektörü için emisyon tahsisatlarının üst sınırı ve ticareti sistemine dayanan bir karbon piyasası olan AB emisyon ticaret sistemi (AB ETS) bir diğer uygulama. AB’nin emisyon azaltımlarına yönelik ana aracı olan ETS, 2005 yılında uygulamaya girmesinden bu yana, AB’nin emisyonları %43 azalmış durumda. Yapılan güncellemeyle ETS dahilindeki enerji yoğun endüstrilerin sera gazı emisyonları 2030 yılına kadar 2005 seviyelerine kıyasla %62 azaltılacak. Bu çerçevede şirketlere sağlanan ücretsiz emisyon tahsisatları kademeli olarak kaldırılacak. 

ETS ile bağlantılı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ise “55’e Uyum” paketinin bir diğer önemli ayağı. Mekanizma, AB’ye ticareti yapılan demir-çelik, çimento, gübre ve alüminyum gibi karbon yoğun malların üretimi sırasında salınan karbona adil bir fiyat koymayı ve AB dışı ülkelerde daha temiz endüstriyel üretimi teşvik etmeyi amaçlıyor. 1 Ekim 2023’te geçiş süreci başlayan ve 1 Ocak 2026’da tamamen devreye girecek olan SKDM, AB’ye ithal edilen belirli malların üretiminin neden olduğu karbon emisyonları için bir fiyat ödenmesini ve bu fiyatın da AB’ye denk fiyatlandırılmasını, aksi takdirde bu malların AB sınırından geçerken vergilendirilmesini öneriyor. Bu şekilde AB, koymuş olduğu iklim hedeflerinin başarılmasına katkıda bulunurken AB üyesi olmayan ülkelerde iklim hedeflerinin yükseltmesini teşvik edecek; üretimin daha düşük iklim ve çevre hedefleri olan yerlere kayması önlemiş olacak. Bunların yanı sıra “55’e Uyum” paketi içerisinde iklim dostu dönüşümün adil ve sosyal açıdan kapsayıcı olmasını sağlamak için 2026 yılında AB Sosyal İklim Fonu kurulacak. Bu fondan özellikle enerji ve ulaşımdaki maliyet artışından etkilenecek yoksul haneler ve küçük işletmeler faydalanacak. Fonun 65 milyar euroluk kısmını emisyon sisteminden sağlanacak gelirler oluşturacak.

Tüm bunların Türkiye ile ilgisi nedir sorusunun yanıtı AB ile hızla artan ticari ilişkilerimiz     de. Ticaret Bakanımız Ömer Polat, 2023’te toplam ihracatımızın %41’ini AB’ye yapılan ihracatın oluşturduğunu belirtirken, SKDM kapsamındaki demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen gibi karbon yoğun sektörlerden AB’ye yönelik yaptığımız ihracatın ise, toplam ihracat içindeki payının %49 olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin şu an için karbonu fiyatlandırmadığını ve emisyon ticaret sistemine sahip olmadığını düşünürsek ekonomimizi olumsuz anlamda etkileyecek bir sistemle karşı karşıya kaldığımızı düşünebiliriz. Ancak iplerin halen elimizde olduğunu da unutmayalım. Bir başka deyişle, emisyon yoğun sanayimizi dönüştürerek iklim kriziyle mücadele ederken, ekonomik olarak da çok daha kazançlı çıkabiliriz. Ayrıca yukarıda bahsettiğimiz döngüsel ekonomi ve yenilenebilir enerji stratejilerine uyum sağlayarak ve bu stratejiler doğrultusunda hizalanarak ülke ekonomisine kazandıracağımız milyonlarca dolar bizi bekliyor! Peki bunu nasıl başaracağız? Bu sorunun cevabı bir sonraki yazımızda!

The post Avrupa’nın İklim Nötr Hedefinde Türkiye Nerede Konumlanıyor?-I appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Türkiye Su Fakiri mi Oluyor?  https://ekonomiveiklim.org/turkiye-su-fakiri-mi-oluyor/ Thu, 13 Mar 2025 11:55:56 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1499 Küresel sıcaklık artışı ile beraber su kaynaklarımız her geçen gün azalıyor. Birçok insan ülkemizin su zengini bir ülke olduğunu düşünüyor ancak rakamlar başka bir gerçeğe işaret ediyor. Suyun olmadığı bir dünyada yaşamı hayal edebiliyor musunuz? Kulağa mümkün geliyor mu? Yaşam için bahşedilen en önemli nimetlerden biri olan su, küresel sıcaklık artışı ile beraber her geçen […]

The post Türkiye Su Fakiri mi Oluyor?  appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Küresel sıcaklık artışı ile beraber su kaynaklarımız her geçen gün azalıyor. Birçok insan ülkemizin su zengini bir ülke olduğunu düşünüyor ancak rakamlar başka bir gerçeğe işaret ediyor.

Suyun olmadığı bir dünyada yaşamı hayal edebiliyor musunuz? Kulağa mümkün geliyor mu? Yaşam için bahşedilen en önemli nimetlerden biri olan su, küresel sıcaklık artışı ile beraber her geçen gün azalıyor. Küresel ortalama sıcaklıklar sanayi öncesi döneme göre 1 dereceyi çoktan aştı. Dünyanın olağan akışını bozan küresel ısınma nedeniyle yağışların düzeni ve şiddeti değişirken, bunun sonucunda ortaya çıkan kuraklık ve sel gibi aşırı hava olayları insanlar ile orman, su ve toprak gibi doğal varlıkları etkiliyor. 

Bir bölgede yağışların azalması, o bölgedeki su miktarının, toprağın neminin ve yer altı sularının azalmasına da neden oluyor. Dünyada şu anda temiz ve güvenli su kaynaklarına erişemeyen 2 milyar insan yaşıyor. Yaklaşık 450 milyon çocuk ise orta veya şiddetli düzeyde su kıtlığı olan bölgelerde yaşamını sürdürüyor. Bu, çocukların günlük ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli suya erişemedikleri anlamı taşıyor. Eğer küresel sıcaklık artışını durduramazsak bu rakam daha da artacak. Hatta 2040 yılında neredeyse her dört çocuktan biri aşırı su kıtlığı olan bölgelerde yaşamak zorunda kalacak.

Birleşmiş Milletler küresel su kullanımının son 100 yılda 6 kat arttığını ortaya koyarken, nüfusun artması ve ekonomik gelişmelere bağlı tüketimdeki değişimler sonucu her yıl ortalama yüzde 1 artmaya devam ettiği konusunda da uyarıyor. Sorun her geçen gün derinleşiyor. Günümüzde yeterli miktarda temiz suya ulaşamayan bölgelerde durumun daha da ciddileşmesinden ve daha önce buna benzer bir sorun yaşamayan bölgelerin ise su sıkıntısı yaşamaya başlamasından endişe duyuluyor. 

Özellikle yüksek nüfusa sahip büyük kentlerdeki su kaynaklarının baskı altında olacağı tahmin ediliyor. Rakamlar da bu yönde bir sonuç ortaya koyuyor: 2050 yılına kadar 570 kentte yaşayan yaklaşık 660 milyon insan, halihazırda tükettikleri temiz su miktarında en az yüzde 10’luk bir azalma tehlikesi ile karşı karşıya

Daha fazla sıcaklık artışı ile baskı altına giren su kaynaklarını korumamız şart çünkü iklim değişikliğine bağlı etkilerin giderek daha fazla ortaya çıkması ve birbirleriyle ve diğer risklerle bir araya gelerek daha tehlikeli sonuçlar doğurması bekleniyor. Peki nasıl? Örneğin, artan sıcaklık ve kuraklık, gıda üretimine zarar verebilir ve böylece tarımsal işgücü verimini azaltabilir, bu da gıda fiyatlarını artırırken, çiftçilerin gelirlerini azaltabilir.

Kişi Başına Düşen Su Miktarımız Hızla Azalıyor

Türkiye de benzer sorunlarla yüz yüze. Küresel sıcaklık artışı ile beraber su kaynaklarımız her geçen gün azalıyor. Birçok insan ülkemizin su zengini bir ülke olduğunu düşünüyor ancak rakamlar başka bir gerçeğe işaret ediyor. İklim değişikliğinin de etkisiyle, Türkiye her geçen yıl su fakiri bir ülke olmaya daha da yaklaşıyor. Şu an yaklaşık 1.500 metreküp olan kişi başına düşen su miktarının 2030’da 1.100 metreküplere düşeceği, 2040’larda ise 700 metreküplere kadar gerileyebileceği öngörülüyor. Bir ülkede kişi başına düşen su miktarı 1700 metreküpün üzerindeyse su zengini, 1000-1700 metreküp arasında ise su stresi, 1000 metreküpün altındaysa su fakiri kategorisinde yer alıyor. 500 metreküpün altı ise aşırı kıtlık olarak nitelendiriliyor. 

İklim değişikliği nedeniyle kuraklıkların sıklığının ve yoğunluğunun artması bekleniyor. Yapılan hesaplamalarda Akdeniz bölgesindeki nüfusun yaklaşık yüzde 54’ünün farklı ölçeklerde su kıtlığı yaşayacağı ortaya konuluyor. Bu oran, emisyonların hızla azaltıldığı durumda yüzde 18’e kadar düşüyor. Bilim dünyası, emisyon azaltımının planlanan seviyeden daha hızlı gerçekleşmesi durumunda dahi, 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Akdeniz bölgesinde 2-3 kat daha uzun süren kuraklıklar yaşanacağı konusunda hemfikir.  

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı iklim etkileri; kuraklık olayları ve su kıtlığı olarak hayatımızın parçası haline geliyor. Bu etkiler; tarım, enerji, üretim, sulama, kentleşme gibi birçok alanda önemli sosyal ve ekonomik maliyetler ortaya çıkarıyor. İstanbul, özellikle kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar karşısında kırılgan durumda. Konya gibi bir tarım kentinde yeraltı sularımızı dahi tüketmemiz nedeniyle obruklar oluşuyor. Emisyonların devam etmesi ve sıcaklık artışının toplam etkisi, Türkiye ekonomisine önemli boyutta zarar verebilir. Çalışmalar, emisyonların ve haliyle küresel sıcaklık artışının yüksek seviyede gerçekleştiği durumda, 2048’e kadar Türkiye ekonomisinin küçüleceğini ortaya koyuyor. 

Kömür Milli Servetimiz olan Suyu Sorumsuzca Harcıyor

Peki ya enerji, özellikle kömür santrallerinin su ile nasıl bir ilişkisi var? Elektrik sektörünün her sene yaklaşık 285 milyar metreküp su çektiğini ve 15 milyar metreküp suyu tükettiğini söyleyerek yanıt vermeye başlayabiliriz. Kömür ise enerji kaynakları arasında en yoğun su tüketen kaynaklardan biri olarak öne çıkıyor. Örnek vermek gerekirse, standart bir kömürlü termik santral, her 3,5 dakikada bir, bir olimpik yüzme havuzunu dolduracak kadar su çekiyor ki bu da yaklaşık 2.500 metreküp suya denk geliyor. Kömür madenciliğinde ise, kömürün güvenli şekilde çıkarılması için maden sahasının susuzlaştırılması, yani sahadaki yeraltı sularının tamamen boşaltılması gerekiyor. Maden atığı ve kömür stok sahalarındaki sızıntılar ile kömürün termik santralde yakılmasından önce hazırlanması ve zenginleştirilmesi esnasında ortaya çıkan atık sular da yer altı ve yüzey sularında kirlenmeye neden oluyor. 

Verilerin de gösterdiği gibi Türkiye su fakiri bir ülke olma yolunda ancak kömür nedeniyle milli servetimiz olan suyumuz sorumsuzca harcanıyor. Örneğin 2020 yılında çekilen toplam suyun yaklaşık yarısı (yüzde 45,4) termik santraller tarafından kullanılmış durumda. Kömürün su tüketiminin vahametini daha iyi kavramak adına Türkiye’de faaliyetine devam eden üç kömürlü termik santralin verilerine de bakabiliriz: 

  • Çırpılar Termik Santrali’nin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunda termik santralin su tüketiminin saatte 459 metreküp olduğu görülüyor. Bu senede 3,5 milyon metreküp su anlamına geliyor. Bu miktar TÜİK’in 2020’ye ait verilerine göre 43 bin kişinin bir yıllık su tüketimine eşit.
  • Yatağan Termik Santrali’nin bir yılda 45 bin nüfuslu Yatağan ilçesinin toplam kentsel su tüketiminin 7,5 katından fazla su tüketiyor.
  • Yeniköy Termik Santrali’nin yıllık tüketimi, 132 bin nüfuslu Milas ilçesinin yıllık kentsel su tüketiminin 2,5 katına yakın.

Kömür, bir yandan atmosfere saldığı emisyonlarla küresel sıcaklık artışını körüklerken bir yandan da yaşam için en önemli kaynaklarımızdan biri olan suyumuzun sorumsuzca tüketilmesine neden oluyor. Kömürden elektrik üretimini terk ederek, hem iklim değişikliği ile mücadele edebiliriz hem de suyumuzu milletimizin hayrına kullanabiliriz. Kömürden çıkınca nasıl elektrik üreteceğiz sorusunun yanıtı ise açık: Yerli, milli ve temiz güneş ve rüzgar enerjimizle!

The post Türkiye Su Fakiri mi Oluyor?  appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Nasıl bir İklim Kanunu’na İhtiyacımız Var? https://ekonomiveiklim.org/nasil-bir-iklim-kanununa-ihtiyacimiz-var/ Tue, 04 Mar 2025 11:30:04 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1506 Bilime kulak veren, kapsayıcı ve gelecek nesillerin haklarını gözeten bir İklim Kanunu ülkemizi iklim değişikliği ile mücadelede başarıya taşıyabilir. Sel, kuraklık ve orman yangınları gibi iklim değişikliği ile beraber her geçen gün sıklığını ve şiddetini artıran aşırı hava olayları, iklim değişikliğinden en çok etkilenen Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye’de yıkıcı etkilere sahip. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) […]

The post Nasıl bir İklim Kanunu’na İhtiyacımız Var? appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Bilime kulak veren, kapsayıcı ve gelecek nesillerin haklarını gözeten bir İklim Kanunu ülkemizi iklim değişikliği ile mücadelede başarıya taşıyabilir.

Sel, kuraklık ve orman yangınları gibi iklim değişikliği ile beraber her geçen gün sıklığını ve şiddetini artıran aşırı hava olayları, iklim değişikliğinden en çok etkilenen Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye’de yıkıcı etkilere sahip. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) yayımladığı son veriler, Türkiye’deki aşırı hava olaylarının sayısının 2023’te 1475’e çıktığını ve yeni bir rekor kırdığını gösteriyor. Türkiye’deki aşırı hava olaylarının sayısı son altı yıldır artmaya da devam ediyor. 

Ülkemiz iklim değişikliği ile mücadele etmek, mevcut etkilere uyum sağlama çabalarını güçlendirmek adına Paris Anlaşması’nı 2021’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) onaylamıştı. Bu yüzyılın sonuna kadar ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere göre 1.5 derecede sınırlandırmayı amaçlayan anlaşma, iklim eylemini daha da güçlendirmesi umut edilen beş yıllık bir eylem planı döngüsü üzerinden ilerliyor. Ülkeler, anlaşma doğrultusunda ne zaman ve ne kadarlık bir emisyon azaltımı yapacaklarına kendileri karar vererek Ulusal Katkı Beyanı (Nationally Determined Contributions) olarak bilinen ulusal iklim eylem planları hazırlıyorlar. Ancak bu beyanların yasal bir bağlayıcılığı bulunmuyor. Anlaşma çerçevesindeki şart, bu planların her beş yılda bir güncellenmesi. Hedeflerin yasal olarak bağlayıcılığını ise İklim Kanunları sağlıyor. 

İklim Kanunu, bir ülkenin iklim değişikliği ile mücadelede izlenecek yolun yasal çerçevesini çiziyor. İklim Kanunu’nun içerisinde yer alan maddeler ülkeden ülkeye farklılık gösterse de çoğunda bazı ortak temel unsurlar bulunuyor. Bunlar arasında orta -uzun vadeli ve bilime dayalı iklim hedefleri, orta ve uzun vadede fosil yakıtlardan çıkış ile enerji dönüşümü, toplumsal grupların sürece katılmasını sağlayacak stratejilerin belirlenmesi, bağımsız uzman gruplarının oluşturulması ve kanunun işleyişini denetleyecek mekanizmaların kurulması maddeleri öne çıkanlar arasında. Avrupa’da, Birleşik Krallık’ın da dahil olduğu 32 ülkenin 22’si bir İklim Kanunu’na sahip. Bunun dışında Avrupa Birliği’nin de 2021’den itibaren yürürlükte olan bir İklim Kanunu var.  

Türkiye’nin İklim Kanunu Yolculuğu

Önce Paris Anlaşması’nı onaylayan, ardından 2053’te net sıfır emisyon hedefini duyuran Türkiye, 2021’de İklim Kanunu çalışmalarını başlattı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum da, İklim Kanunu çerçevesinde yapılacak düzenlemelerin iklim değişikliğine uyum ve risklerle mücadele konusunda çok önemli bir kilometre taşı olacağını belirtiyor. Uzun süredir meclise sunulması beklenen İklim Kanunu, sonunda meclise geldi. 

Meclise sunulan İklim Kanunu teklifi beraberinde eleştirileri de getirdi. Öncelikle İklim Kanunu’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın duyurduğu 2053 net sıfır emisyon hedefi muhakkak bulunmalı. Bu ana hedefin hukuk yoluyla garanti altına alınması güçlü iklim politikaları için ilk adım olarak görülüyor. Bunun yanı sıra 2053 gibi uzun vadeli bir hedefe ulaşmak için orta vadeli hedeflere de ihtiyaç duyuluyor. Aslında Türkiye’nin orta vadeli bir hedefi var. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un Mısır’da düzenlenen iklim zirvesinde duyurduğu bu plan, emisyon artışı üzerinden azaltımı hedefliyor. Bu, Türkiye’nin emisyonlarını mevcut şartlarda artırmaya devam ettireceği ve bu artan emisyonların bir kısmını sınırlandıracağı anlamına geliyor. Türkiye’nin ise 2053’te net sıfır hedefine ulaşabilmesi için, bugünden itibaren sera gazı emisyonlarını azaltacak güçlü bir emisyon azaltımını hedeflemesi gerekiyor. Hedefimiz bu doğrultuda güncellenirse, ülkemizin ekonomisinin güçleneceği de aşikâr. 

İklim Kanunumuz Emisyonları Azaltmayı Hedeflemeli

Emisyon azaltım planlarından bahsederken, iklim değişikliğinin birincil sorumlusu olan başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkışı ele almalıyız. Rüzgar ve güneş gibi yerli, milli ve temiz enerji kaynaklarımız ile hem daha ucuz hem de çevre ve insan sağlığına zarar vermeden elektrik üretebiliriz. Tabii bu dönüşümü fosil yakıt sektöründe çalışan insanlarımızı geride bırakmadan, onlara da yeni bir hayat ve meslek sunarak yapmalıyız. Bu nedenle İklim Kanunu’muzda bu süreci ele alacak bir adil geçiş mekanizmasına ihtiyaç var. 

Biraz önce de belirttiğimiz üzere, aşırı hava olaylarının sıklığı ve şiddeti artmaya devam ediyor. Yağışların azalmasıyla beraber ülkece kurak günlerden geçiyoruz. Ancak yine de sel gibi felaketlerle karşılaşmaya devam ediyoruz. Orman yangınları ise her sene canımızı yakıyor. Tam da bu nedenle aşırı hava olaylarına dikkate alarak iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyum gösterme kabiliyetimizi geliştirmeliyiz. Aksi takdirde tarım, balıkçılık ve ormancılık gibi iklim etkilerine karşı zayıf olan ekonomik sektörlerde çok büyük kayıplar yaşayabiliriz. İklim Kanunu’nda çerçevesini kuracağımız uyum politikaları ile tüm bu tehlikeleri bertaraf edebiliriz. Başta kadınlar, çocuklar, engelliler ve yoksullar olmak üzere iklim değişikliğinin etkilerinden en çok etkilenen insanları koruyacak bir iklim adaleti yaklaşımına da İklim Kanunu içerisinde yer vermeliyiz.  

Tüm bu hedeflerin ve politikaların bağımsız bir uzman grubu tarafından izlenmesi, raporlanması ve denetlenmesi de İklim Kanunu’nun işleyişini takip etmek adına oldukça önemli. Bilim temelli, kapsayıcı ve sonuçları denetlenen bir İklim Kanunu ülkemizi iklim değişikliği ile mücadelede başarıya taşıyabilir. 

Güçlü İklim Kanunu Güçlü Ekonomi

Kanun teklifinde Emisyon Ticaret Sistemi’ne (ETS) yönelik bölüm oldukça detaylı. ETS, iklim değişikliğiyle mücadelede kullanılan ekonomik araçlardan biri. ETS’nin temelinde kirletme hakkının ticareti yer alıyor. Bu sistemde, kirletici firmalara belirli bir emisyon kotası tahsis ediliyor. Firmalar, kotasını aşması durumunda ek kirletme hakkı satın alırken, kotasının altında kalan firmalar ise kullanılmayan haklarını satabiliyor. Böylece, firmalar arasında bir emisyon ticareti mekanizması oluşuyor. Emisyon Ticaret Sistemi, ancak iddialı bir emisyon azaltım hedefi olduğunda ve sektörler için caydırıcı bir karbon fiyatı öngördüğünde işe yarayabilir. Sera gazı emisyonlarının azaltımını hedeflemeden devreye alınacak bir ETS, düşük karbon fiyatlarının oluştuğu, sığ bir emisyon piyasasına dönüşme riski taşıyor. Bu nedenle kanun teklifinde yer alan ETS bölümü yeni baştan ele alınmalı. 

Görüldüğü gibi İklim Kanunu teklifinde bazı eksiklikler bulunuyor. Ancak bunları gidermek pek de zor değil. Bu alanda çalışan bilim insanları ve sivil toplum kuruluşlarının haklı taleplerine kulak vererek herkesin hayrına olacak bir İklim Kanunu’na sahip olabiliriz. İklim değişikliğinin mevcut etkileri karşısında elimizi güçlendiren, başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkarak emisyonlarımızın azaltılmasını sağlayan ve güneş ve rüzgar gibi yerli milli ve temiz enerji kaynaklarını kullanarak ekonomimizi sağlamlaştıran bir İklim Kanunu’na ihtiyacımız var. 

The post Nasıl bir İklim Kanunu’na İhtiyacımız Var? appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Küresel Isınma mı, İklim Değişikliği mi? https://ekonomiveiklim.org/kuresel-isinma-mi-iklim-degisikligi-mi/ Thu, 27 Feb 2025 11:38:21 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1492 Küresel ısınma ve iklim değişikliği kavramları sıklıkla birbirinin yerine kullanılıyor ancak her iki kavram da birbirinden farklı anlamlar taşıyor. Küresel ısınma, sanayi öncesi dönemden bu yana (1850 ile 1900 arası) Dünya yüzey sıcaklıklarındaki uzun vadeli artışı ifade ediyor. Doğal süreçler her zaman Dünya’nın sıcaklığını ve iklimini etkilemiştir, ancak son zamanlarda gezegenin sıcaklığındaki artış hızından ve […]

The post Küresel Isınma mı, İklim Değişikliği mi? appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Küresel ısınma ve iklim değişikliği kavramları sıklıkla birbirinin yerine kullanılıyor ancak her iki kavram da birbirinden farklı anlamlar taşıyor.

Küresel ısınma, sanayi öncesi dönemden bu yana (1850 ile 1900 arası) Dünya yüzey sıcaklıklarındaki uzun vadeli artışı ifade ediyor. Doğal süreçler her zaman Dünya’nın sıcaklığını ve iklimini etkilemiştir, ancak son zamanlarda gezegenin sıcaklığındaki artış hızından ve iklimdeki değişikliklerden doğayı sorumlu tutamayız. Bu hızlı değişimler başta enerji için fosil yakıtların yaygın kullanımı olmak üzere insan faaliyetlerinden kaynaklanıyor. 

Fosil yakıtları yaktığımızda sera gazları atmosfere salınıyor. Gezegenin etrafını bir battaniye gibi sararak ısıyı hapsediyor ve yüzey sıcaklıkların artmasına neden oluyor. Küresel ısınmaya en büyük katkıda bulunan sera gazları arasında karbondioksit, metan ve nitröz oksit yer alıyor ve bunların önemli bir kısmı ulaşım, imalat, inşaat, tarım, elektrik endüstrilerinden kaynaklanıyor. 

Bilim oldukça açık bir şekilde, son 200 yıldaki küresel ısınmanın neredeyse tamamından insan faaliyetlerini, özellikle de petrol, kömür ve gaz gibi fosil yakıtların yakılmasını sorumlu tutuyor.

Peki neden son 200 yıl? Çünkü 18. yüzyılın ortasında Sanayi Devrimi başlıyor ve sera gazı emisyonlarında insan faaliyetleri kaynaklı bir artış yaşanıyor. Kömürle çalışan buhar motorunun icadı ile kömür önemli bir enerji kaynağı haline geliyor. Sera gazı emisyonları son 100 yılda, özellikle de 1980’lerden bu yana hızla artmış durumda. Haliyle sıcaklık artışı da paralel şekilde yükseliyor.

Küresel Isınmanın Sonucu: İklim Değişikliği 

İnsanlar sıklıkla “küresel ısınma” ve “iklim değişikliği” terimlerini birbirinin yerine kullanıyor ancak her iki kavram da birbirinden farklı anlamlar taşıyor. Küresel ısınma, Dünya’nın ortalama sıcaklığının yükselmesini ifade ederken, iklim değişikliği dünya genelinde hava düzenlerindeki ve mevsimlerdeki değişiklikleri ifade ediyor. Kısacası küresel ısınma, Dünya’daki yaşamı ciddi şekilde tehdit eden iklim değişikliğine neden oluyor. İklim değişikliği yoğun kuraklık, orman yangınları ve fırtınalar gibi aşırı hava olaylarını beraberinde getiriyor. Okyanuslar da ısınıyor ve buzullar ve buz tabakaları eriyor. Bu durum deniz seviyelerinin yükselmesine neden oluyor. Adalarda ve kıyılarda yaşayan birçok insan su baskınları nedeniyle yerinden edilme riskiyle karşı karşıya. İnsanlık küresel ısınmanın etkilerini dünya çapında hissediyor.  

Dünyanın dört bir yanındaki ülkeler küresel ısınmayı yavaşlatmak için sera gazı emisyonlarını azaltmaya çalışıyor. Bu çerçevede iklim değişikliği konusunda uluslararası bir anlaşma olan Paris Anlaşması, 12 Aralık 2015’te Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP21) 195 ülke tarafından kabul edildi. Anlaşma, bu yüzyılın sonuna kadar “küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere göre 2 derecenin çok altında tutmayı” ve “1,5 derecede sınırlandırmak için küresel çabayı sürdürmeyi hedefliyor. Bu noktada küresel ısınmaya neden olan ana etkene göz atmak faydalı olabilir.

Fosil Yakıtların Yakılması

Elektrik  üretmek veya arabalarımızı çalıştırmak için kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtları yaktığımızda, atmosfere küresel ısınmaya neden olan sera gazlarını salıyoruz. Yapılan çalışmalar küresel sera gazı emisyonlarının 2023 yılında yeni bir rekor kırarak 2022 seviyelerine göre %1,3 artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Son bulgular sera gazı emisyonlarının yanlış yönde ilerlemeye devam ettiğini ve ısınmayı 1,5 derece ile sınırlama hedefini daha da zorlaştırdığını gösteriyor. Atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonunun 2024 yılında milyonda 422,5 parçaya (ppm) ulaşması bekleniyor. Atmosferdeki milyon parçacık içindeki karbondioksit yoğunluğunu gösteren bu değerin 350 ppm’i aşması iklim değişikliği açısından güvenilir sınırın aşılması anlamı taşıyor. Bilim insanları kömür, petrol ve gaz kullanımının 2050’ye kadar sırasıyla yüzde 100, yüzde 60 ve yüzde 70 oranında azaltılmasıyla, küresel ısınmanın başarılı bir şekilde 1,5 derece ile sınırlandırılabileceğini belirtiyor. Ancak mevcut politikalar dünyayı yüzyılın sonuna kadar 2,6 derecelik bir ısınmaya doğru götürüyor. 2024, kayıtlara geçen en sıcak yıl olarak ilan edildi. 2024’ün aynı zamanda sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde sıcaklıkların yaşandığı ilk yıl olduğu da ifade ediliyor. Her ne kadar bu “aşım” uzun vadeli hedefin kaçırıldığı anlamına gelmese de başarısızlığa tehlikeli derecede yaklaşılıyor. Bilim insanlarının da belirttiği gibi, küresel sıcaklık artışını, güvenli sınır olarak ifade edilen 1,5 derecede sınırlandırmak istiyorsak fosil yakıtları tüketmeyi bırakmamız gerekiyor.

Türkiye’nin son verileri ise, 2022 yılı toplam sera gazı emisyonunun bir önceki yıla göre %2,4 azaldığını ortaya koyuyor. Ancak Türkiye’nin çok daha büyük bir emisyon azaltım potansiyeli olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye, en fazla sera gazı emisyonuna sebep olan ülkeler arasında 13. sırada. Küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 1’inden sorumlu olsa da kişi başı emisyonları her geçen gün artıyor. Enerji sektörü sera gazı emisyonlarında en büyük paya sahip. Ülkemizin enerji üretmek için yurt dışından satın aldığı fosil yakıtlar; küresel sıcaklıkların daha da artmasına neden oluyor, enerji bağımsızlığımızın önüne geçiyor ve her yıl milyonlarca dolarımızın yabancı ülkelere aktarılmasına yol açıyor. Halbuki yerli ve milli güneş ve rüzgar enerjisi kaynaklarını kullanarak temiz enerji üretirken, milli servetimizin yurt dışına çıkmasını da engelleyebiliriz. Böylece enflasyonla mücadele edebilir, uzun vadede güçlü bir ekonomiye sahip olabiliriz. 

The post Küresel Isınma mı, İklim Değişikliği mi? appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Kömürün Günahlarının Bedeli Ağır Oluyor! https://ekonomiveiklim.org/komurun-gunahlarinin-bedeli-agir-oluyor/ Mon, 06 Jan 2025 11:59:58 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1475 İklim bilimciler ve kömüre bağımlı hale getirilmiş kentlerde yaşayan insanlarımız kömürü hedef tahtasına yerleştirirken, bu kirletici kaynağın ömrünü uzatan siyasetçileri eleştiriyor. Peki kömüre olan öfkenin arkasında ne var? İklim değişikliğini engellemek için kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtları terk etmeliyiz. Bu bir seçenek değil, zorunluluk. Ancak kömürü terk etme kararı diğer fosil yakıtları terk […]

The post Kömürün Günahlarının Bedeli Ağır Oluyor! appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
İklim bilimciler ve kömüre bağımlı hale getirilmiş kentlerde yaşayan insanlarımız kömürü hedef tahtasına yerleştirirken, bu kirletici kaynağın ömrünü uzatan siyasetçileri eleştiriyor. Peki kömüre olan öfkenin arkasında ne var?

İklim değişikliğini engellemek için kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtları terk etmeliyiz. Bu bir seçenek değil, zorunluluk. Ancak kömürü terk etme kararı diğer fosil yakıtları terk etme kararından daha hızlı ve önce alınmalı çünkü kömürün küresel karbondioksit emisyonu içindeki payı yüzde 38’e ulaşmış durumda. Bunun yanı sıra kömürden çıkış kararı alınırsa bu karar hızla hayata geçirilebilir. Örneğin, küresel elektrik üretiminin yüzde 35’ini oluşturan mevcut 2500 kömür santralini güneş veya rüzgar santraline dönüştürmek, 1,5 milyar benzinli otomobili elektrikli otomobil ile değiştirmekten daha kolay. Rüzgar ve güneşten elektrik üretim teknolojisi her geçen gün gelişiyor ve bu durum fiyatların da düşmesine neden oluyor. Güneş enerjisi maliyetleri kWh başına sadece 4 dolar/cent iken, fosil yakıtlar ve nükleer enerji güneş enerjisine kıyasla yüzde 56 daha pahalı. 

Kömürün iklimi değiştirmekte bir rol oynamadığını ve haliyle Türkiye’nin de 2053 net sıfır emisyon hedefi olmadığını düşünelim. Yine de kömür hedef tahtasına konabilir mi? Cevap kısa ve net: Evet.

Kömür Sağlımızı Elimizden Alıyor

Kömürlü termik santrallerin bacalarından yayılan zehirli gazlar insan sağlığı için büyük bir tehdit. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yayımladığı veriler de termik santrallerin kirlilik saçtığını doğruluyor. 

İklim bilimciler ve milletimiz kömürü hedef tahtasına koyuyor çünkü kömür sadece havamızı, toprağımızı ve suyumuzu değil, bizi de zehirliyor. Sağlık ve Çevre Birliği’nin Türkiye’deki kömürlü termik santrallere yönelik yaptığı çalışmaya göre, bu santraller bugüne kadar 196 bin erken ölüme neden oldu. 2020’de bacalarında filtre olmadığı için kapatılan santrallere bir “iyileştirme” yani filtre takılması koşuluyla geçici izin verilmişti. Filtre insanların zehirlenmesini engeller mi sorusunun cevabı ise hayır. Temiz Hava Hakkı Platformu’nun Afşin-Elbistan’da planlanan yeni santralın etkisine dair yaptığı çalışmada, bu santralın “ileri teknoloji” ile inşa edilse dahi 2268 ölüme ve 2,6 milyar dolarlık sağlık maliyetine neden olacağını ortaya koydu. 

Kömür İnsanlarımızı Yersiz Yurtsuz Bırakıyor 

Kömür sağlığımızla beraber yurdumuzu da elimizden alıyor. Kömürün Gerçek Bedeli isimli rapordaki sonuçlar, Muğla’da kömür madenlerinin faaliyete geçmesiyle birlikte 8 köyün yer değiştirmek zorunda kaldığını, bazılarının ise birkaç defa taşındığını hatırlatıyor.

Muğla’daki aktif üç santralin ömrünün uzatılması ve maden sahalarının tamamının kullanılmaya başlanması durumunda veya zeytinlik, tarım ve orman alanlarının istimlakı ile beraber 40 köy halkı daha taşınmak zorunda kalacak. Toplamda 30 bine yakın insan böylece yerinden edilecek. 

Kömür Sektörü İşçilerin Can Güvenliğini de Düşünmüyor

Kömür sektöründe çalışan işçiler, iş güvenliğinin az olduğu ağır şartlarda ekmek parasını kazanıyor. Yaklaşık 45 bin kişinin istihdam edildiği kömür sektörü, çalışan kişi başına iş kazasının en çok görüldüğü sektör olarak kayıtlara geçmiş durumda. Böyle bir sektörde haklı olarak çalışma koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini düşünebilirsiniz ancak maalesef aksi yaşanıyor. 2008-2019 yılları arasında sektördeki iş yeri sayısının azalmasına rağmen 2008’te 5.728 iş kazası sayısı kayıtlara geçerken, 2018’te bu rakam yüzde 57 artarak 8.983’e çıkmış. Bunun yanı sıra sektörde çalışanların yüzde 2’sinin çocuk işçi olduğu tahmin ediliyor. Kömür madenlerine verilen devlet desteği ile kömürün ömrü uzatılıyor, işçilerin maaşlarının karşılanmasına yardımcı olunuyor. Peki bu devlet desteğini, iş güvenliğinin çok daha yüksek olduğu, ekonomimize çok daha fazla katkı yapacak yerli ve milli güneş enerjisi santralleri gibi yeni teknolojilerde çalışmak üzere istihdam edeceğimiz madencilerin eğitiminde neden kullanmıyoruz? 

“Baz Yük” Masalı 

Kömür savunucuları, güneş ve rüzgardan elektrik üretiminin kesintili, yani güneş ve rüzgarın durumuna göre değişkenlik gösterdiği gerekçesiyle, kömür santralleri olmazsa ülkemizdeki elektrik şebekesinin sorun yaşayacağını ve elektrik kesintilerinin gündeme geleceğini iddia ediyor. Halbuki Türkiye’deki santrallerin verimsiz ve sık sık arızalandığını biliyoruz. Türkiye’nin baz yük olarak adlandırılabilecek sürekli elektrik talebinin yaklaşık 20 GWh olduğu tahmin ediliyor. Çalışmalar, kömüre dayalı santrallerin gösterdikleri düşük elektrik üretim performansı ile bu talebin karşılamasında yetersiz kaldığını gösteriyor. Kısacası Türkiye’nin elektrik üretim için kömüre ihtiyacı olduğu iddiası gerçeği yansıtmıyor. 

Kömür Bütçemizi Sarsıyor 

Kömürden elektrik üretiminin maliyeti her geçen gün artıyor. Kendi topraklarımızdan milletimizin canı pahasına çıkardığımız kömürden elektrik üretmek rüzgar ve güneşten daha pahalı bir hale geldi. Bir linyit santralinden elektrik üretmenin maliyeti 62,8 dolar/MWh iken rüzgardan 61,1 dolar/MWH, güneşten ise 46,6 dolar/MWh ile elektrik üretebiliyoruz. Yüzümüzü yerli, milli ve temiz enerji kaynaklarımıza dönerek aynı zamanda alım gücümüzü olumsuz yönde etkileyen enflasyonu da azaltmayı başarabiliriz.

Kısacası insanlarımızın canını alan, yerinden yurdundan eden kömüre olan tepkinin ardında çok haklı nedenler bulunuyor. Vergilerimizle beslenen ve ekonomik anlamda hiçbir avantajı kalmayan kömüre mahkum değiliz, çünkü bizim kömürden daha kıymetli yerli, milli ve temiz güneşimiz ve rüzgarımız var! 

The post Kömürün Günahlarının Bedeli Ağır Oluyor! appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
İklim Değişikliğine Karşı En Büyük Dayanak: Paris Anlaşması  https://ekonomiveiklim.org/iklim-degisikligine-karsi-en-buyuk-dayanak-paris-anlasmasi/ Fri, 03 Jan 2025 05:32:50 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1471 Küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 1,5 derecede sınırlandırmayı amaçlayan Paris Anlaşması, iklim değişikliğine karşı küresel mücadeleye güç veriyor. İklim değişikliği konusunda yasal olarak bağlayıcı uluslararası bir anlaşma olan Paris Anlaşması, 12 Aralık 2015’te Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) 21. İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP21) 195 ülke tarafından kabul edildi. 22 Nisan 2016’da […]

The post İklim Değişikliğine Karşı En Büyük Dayanak: Paris Anlaşması  appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 1,5 derecede sınırlandırmayı amaçlayan Paris Anlaşması, iklim değişikliğine karşı küresel mücadeleye güç veriyor.

İklim değişikliği konusunda yasal olarak bağlayıcı uluslararası bir anlaşma olan Paris Anlaşması, 12 Aralık 2015’te Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) 21. İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP21) 195 ülke tarafından kabul edildi. 22 Nisan 2016’da aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 175 ülkenin imzaladığı anlaşma, 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girdi.

Anlaşma, bu yüzyılın sonuna kadar “küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere göre 2 derecenin altında tutmayı” ve “sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere göre 1,5 derecede sınırlandırmayı” hedefliyor. Bunun için yapılması gereken ilk iş ise iklim değişikliğinin birincil sorumlusu olan fosil yakıtları yerin altında bırakarak, sera gazı emisyonlarını azaltmak. 

Son yıllarda dünya liderleri küresel ısınmanın bu yüzyılın sonuna kadar 1,5 derece ile sınırlandırılması gerektiğini sık sık vurguladı. Bunun nedeni, BM’ye bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change- IPCC) 1,5 derece eşiğini aşmanın, daha sık ve şiddetli kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve yağışlar da dahil olmak üzere çok daha şiddetli iklim değişikliği etkilerine yol açma riski taşıdığını göstermesi. Küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak için 2030’a kadar yüzde 43, 2035’e kadar yüzde 60 oranında azaltılması gerekiyor. Ülkeler ancak 2030 ve 2035 emisyon azaltım hedeflerine ulaşarak, 2050 yılında net sıfır emisyon hedefine ulaşabilir ve sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlandırabilir. 

İklim Eylemi Güçlenmeli ve Hızlanmalı

Paris Anlaşması çok taraflı iklim değişikliği sürecinde bir dönüm noktası olarak nitelendiriliyor çünkü ilk kez bağlayıcı bir anlaşma kapsamında tüm uluslar iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve mevcut etkilere uyum sağlamak için bir araya geldiler. 

Paris Anlaşması’nın uygulanması, bilimin yol göstericiliğinde ekonomik ve sosyal dönüşümü gerektiriyor. Paris Anlaşması, ülkeler tarafından yürütülen ve giderek daha iddialı hale gelen ve iklim eylemini daha da hızlandırması umut edilen beş yıllık bir döngü üzerinden ilerliyor. Ülkeler, anlaşma doğrultusunda ne zaman ve ne kadarlık bir emisyon azaltımı yapacaklarına kendileri karar vererek Ulusal Katkı Beyanı (Nationally Determined Contributions) olarak bilinen ulusal iklim eylem planlarını, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (United Nations Framework Convention on Climate Change- UNFCCC) sunuyor. Birbirini takip eden her NDC’nin, bir öncekiden daha yüksek hedefler içermesi amaçlanıyor. 

Ancak, bahsi geçen bu ulusal iklim eylem planlarının şu an için iklim değişikliğiyle mücadelede yeterli başarıyı sağladığını söyleyemeyiz. BM’nin, Paris Anlaşması’na taraf 195 ülkenin geçtiğimiz Eylül itibarıyla sunulan veya güncellenen iklim eylem planlarını incelediği bir çalışmasına göre, bu planlar küresel emisyonların 2030 itibarıyla 2019 seviyesine göre sadece yüzde 2,6 azaltılmasını sağlıyor. Ancak biraz önce belirttiğimiz gibi, 2030’a kadar ihtiyacımız olan azaltım seviyesi yüzde 43. Mevcut tüm ulusal emisyon azaltım planları tamı tamına uygulansa bile, dünya yüzyılın sonuna kadar 2,6 derece ısınabilir ki bu durum yeni ve çok daha şiddetli felaketlere kapı aralayabilir. Küçük ada devletlerinin yanı sıra Pakistan ve Endonezya gibi ülkeler iklim değişikliğinin ağır sonuçlarını yaşamaya çoktan başladı.

Emisyonları azaltmayı başaramadığımız gibi, her sene yeni rekorlarla da karşılaşıyoruz. Son bulgular sera gazı emisyonlarının yanlış yönde ilerlemeye devam ettiğini ve ısınmayı 1,5 derece ile sınırlama hedefini daha da zorlaştırdığını gösteriyor. Ülkeler bir an önce iklim değişikliği ile mücadelede güçlü ve iddialı hedefler belirlemeli ve bunları hayata geçirmeli. 

Türkiye Mutlak Emisyon Azaltım Yolunu Seçmeli

Türkiye ise 2016’da, 175 ülke ile beraber imza vermesinin üzerinden 5 sene geçtikten sonra Paris Anlaşması’na dair geç de olsa adım attı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan 21 Eylül 2021’de, BM 76. Genel Kurulu’nda Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylayacağını açıkladı. 27 Eylül 2021’de gerçekleşen Kabine Toplantısının ardından yaptığı konuşmada ise 2053 net sıfır emisyon hedefini duyurdu. Tüm bu açıklamaların sonrasında anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) onaylandı ve ülkemiz Paris Anlaşması’na Taraf oldu.  

Türkiye, 2022’de Mısır’da düzenlenen COP27’de güncellenmiş emisyon azaltım planını da duyurdu. Plan, 2015 tarihli önceki plana benzer bir şekilde, emisyon artışı üzerinden azaltım hedefi içeriyor. Bu, Türkiye’nin emisyonlarını mevcut şartlarda artırmaya devam ettireceği ve bu artan emisyonların bir kısmını sınırlandıracağı anlamına geliyor. Halbuki, bir ülkenin en güncel emisyon verisinden yola çıkarak azaltıma hemen başlayabileceği mutlak azaltım yaklaşımını benimsersek, Cumhurbaşkanımızın ilan ettiği 2053 net sıfır ekonomi hedefine kısa zamanda daha az maliyetle ve daha kazançlı bir şekilde ulaşabiliriz. Bu alanda çalışan bilim insanları da Türkiye’nin 2030’a kadar yüzde 35’lik bir mutlak emisyon azaltım hedefi koyabileceğini ve bu hedefe ulaşmasının mümkün olduğunu ortaya koyuyor

Bu yol haritasında yapılması gereken en öncelikli iş ise başta kömür olmak üzere bütçemizi sarsan ve bizi enerji bağımlılığına kilitleyen fosil yakıtları terk etmek. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de ifade ettiği gibi, son 21 yılda Türkiye’nin 900 milyar dolarlık fosil yakıt harcaması yeşil bir dönüşümü zorunlu kılıyor. Ekonomimizi güçlendirmek, enerji üretiminde kendi kendimize yetebilmek için acilen yüzümüzü tamamen güneş ve rüzgar gibi yerli, milli ve temiz enerji kaynaklarımıza dönmeliyiz.

The post İklim Değişikliğine Karşı En Büyük Dayanak: Paris Anlaşması  appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Fosil Yakıtlar Enflasyonla Mücadelede Elimizi Kolumuzu Bağlıyor! https://ekonomiveiklim.org/fosil-yakitlar-enflasyonla-mucadelede-elimizi-kolumuzu-bagliyor/ Thu, 02 Jan 2025 05:29:44 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1467 Türkiye’de yenilenebilir enerji kurulu gücündeki artış, elektrik faturalarını düşürerek tüketici enflasyonunu azaltabilir. Türkiye, 2021 senesinden itibaren ekonomimizi sarsan enflasyon ile boğuşuyor.  Merkez Bankası enflasyonu şu ifadelerle tanıtıyor: “Fiyatların genelindeki sürekli artıştır. Aynı hayat standardını sağlamak için zaman içinde sürekli daha fazla para ödememizdir.” Bu tanımlamayı maalesef birebir tecrübe ettik. Başta enerji ve gıda fiyatları olmak […]

The post Fosil Yakıtlar Enflasyonla Mücadelede Elimizi Kolumuzu Bağlıyor! appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>

Türkiye’de yenilenebilir enerji kurulu gücündeki artış, elektrik faturalarını düşürerek tüketici enflasyonunu azaltabilir.

Türkiye, 2021 senesinden itibaren ekonomimizi sarsan enflasyon ile boğuşuyor. 

Merkez Bankası enflasyonu şu ifadelerle tanıtıyor: “Fiyatların genelindeki sürekli artıştır. Aynı hayat standardını sağlamak için zaman içinde sürekli daha fazla para ödememizdir.”

Bu tanımlamayı maalesef birebir tecrübe ettik. Başta enerji ve gıda fiyatları olmak üzere birçok farklı alanda fiyatlar daha önce karşılaşmadığımız seviyelere yükseldi. Döviz kuru da tarihi rekorlar kırarak, fiyatların bu denli artmasında rol oynadı. Kısacası, enflasyon ile hayatımız alt üst oldu. 

Bu durum özellikle enerji sektöründe daha da belirgin. Çünkü enerji üretiminde fosil yakıtlara bağımlıyız ve bu kaynakları ithal ediyoruz. Kömürden elektrik üretiminde payı %61’e yükselen ithal kömüre sadece 2023 yılında toplam 3,7 milyar dolar ödedik. Son 10 yılda ithal kömürden üretilen elektrik miktarı iki katına çıktı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2024 Ocak-Ekim arasındaki dönemde elektrik üretiminin kaynaklara göre dağılımını yayımladı. Buna göre, Türkiye’de 2024’ün ilk 10 aylık döneminde üretilen elektriğin yarısından fazlası (%52,3) fosil yakıtlardan geldi. İthal kömür ise %21,1’lik pay ile tüm kaynaklar arasında 2. sırada yer aldı. Fosil yakıt bağımlılığımızı artıran bir başka etken ise bu kaynaklara verilen sübvansiyonlar, yani devlet desteği. Örneğin 2022 yılında fosil yakıtlara 200 milyon ABD doları değerinde teşvik verildi. Kirletici kaynaklara yapılan yardım aynı zamanda yenilenebilir enerji yatırımlarının yavaşlamasına neden oluyor. Türkiye gaz fiyatlarını büyük ölçüde sübvanse ederek yeni petrol ve gaz yatırımlarını da destekliyor. 

Enflasyonu, Elektrik Üretim Maliyetini ve Emisyonlarımızı Aynı Anda Azaltabiliriz

Tüm bu veriler nedeniyle gözler enflasyon, fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji arasındaki ilişkiye dönüyor. Başta kömür olmak üzere fosil yakıtlara bağımlılığımız ve bu kaynakları elde etmek için yurt dışına ödediğimiz milyarlarca TL yerli, milli ve temiz enerjinin önemini bir kez daha ortaya çıkarıyor. Peki, bizi hem bu bağımlılıktan kurtaracak hem de ithal kaynaklara para ödememizi engelleyecek olan güneş ve rüzgar enerjisinin aynı zamanda elektrik faturalarını düşürerek enflasyonu iyileştirebileceğini biliyor musunuz? Yenilenebilir enerji kapasitesindeki artışın enflasyonda yaratacağı düşürücü etkinin yanında, karbon emisyonlarını önemli ölçüde azaltması da cabası!

Bu çerçevede Türkiye’deki sayılı bilimsel araştırmalardan biri, 2022’nin son altı ayını ve 2023 yılının tamamını mercek altına alıyor ve Türkiye’de yenilenebilir enerji santrallerinin ve bu santrallere verilen teşviklerin piyasaya etkilerini değerlendiriyor. Çalışmaya göre, ihalesi iptal edilmiş yatırımlar ya da halihazırda ihalesi yapılmış, lisansı olan yenilenebilir enerji kurulu gücü zamanında devreye alınmış olsaydı, ki bu Aralık 2023’te 45 GW’lık bir kurulu güç demekti ve yine o tarihteki mevcut kurulu gücümüz 23,5 GW idi, pandemi sonrası kendini hissettirmeye başlayan küresel enerji krizi döneminde Türkiye’de elektrik üretim maliyetleri daha düşük olabilirdi. 

Güçlü Ekonomi için Çözüm Temiz Enerjide

Çalışmanın sonuçlarına hızlıca göz atacak olursak, eğer Aralık 2023’te 23,5 GW olan güneş ve rüzgâr kurulu gücümüz 45 GW olsaydı;

  • Enflasyon daha düşük olacaktı: Rapor, Aralık 2023 itibarıyla %64,8 olarak gerçekleşen yıllık TÜFE enflasyonunun %51 olacağını ortaya koydu.
  • Daha az enerji ithalatı yapılacaktı: 2022 yılının son altı ayı için ülkenin ithal yakıt faturasının 5,3 milyar dolar, 2023 yılının tamamında ise 3,6 milyar dolar miktarında düşeceği hesaplandı.
  • Elektriğin serbest piyasadaki fiyatı daha düşük olacaktı. Elektriğin serbest piyasadaki fiyatı, artan Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) maliyetlerine rağmen, 2022 yılı son altı ayı için gerçekleşen değerlere kıyasla %22,9, 2023 yılının tamamı için ise %11,3 daha düşük olacaktı.
  • Karbon emisyonu azalacaktı. Özellikle karbon yoğun kaynakların güneş ve rüzgar ile ikame edilmesi yoluyla 2022 yılının son altı ayında 13,1 milyon ton CO2 eşdeğeri, 2023 yılının tamamında ise 28,9 milyon ton CO2 eşdeğeri karbon azaltımı gerçekleşebilirdi.      .

Sonuçlar önümüze çok net bir tablo koyuyor: Güneş ve rüzgar enerjisi ile beraber enflasyonu azaltabilir, enerji üretmek için yurt dışına giden paramızı cebimizde tutabiliriz. Böylece satın alma gücümüz artarken pazarda rahatça alışveriş yapabilir, ülkemizde kalan parayı yeni teknolojiler üretmek ve istihdam alanları yaratmak gibi geleceğimizi güvence altına alacak alanlara yatırabiliriz. Tüm bunların yanında karbon emisyonlarımızı da azaltarak iklim kriziyle etkili bir şekilde mücadele edebiliriz. Güçlü bir ekonomi için çözüm kömür, gaz ve petrol gibi fosil yakıtlarda değil; yerli, milli ve temiz enerji teknolojilerinde!

The post Fosil Yakıtlar Enflasyonla Mücadelede Elimizi Kolumuzu Bağlıyor! appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
İklim Zirvelerinde Ne Konuşuluyor? https://ekonomiveiklim.org/iklim-zirvelerinde-ne-konusuluyor/ Tue, 31 Dec 2024 05:40:22 +0000 https://ekonomiveiklim.org/?p=1463 Her yıl düzenlenen İklim Zirvelerinde (COP) bir araya gelen devletler, iklim değişikliği ile mücadeleyi bir adım öteye nasıl taşıyacaklarını tartışıyorlar. İklim değişikliği ile beraber her geçen gün şiddeti ve sıklığı artan sel, yangın ve kuraklık gibi aşırı hava olayları hayatımızı alt üst ediyor. İklim değişikliğinden en çok etkilenen Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye de maalesef aşırı […]

The post İklim Zirvelerinde Ne Konuşuluyor? appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>
Her yıl düzenlenen İklim Zirvelerinde (COP) bir araya gelen devletler, iklim değişikliği ile mücadeleyi bir adım öteye nasıl taşıyacaklarını tartışıyorlar.

İklim değişikliği ile beraber her geçen gün şiddeti ve sıklığı artan sel, yangın ve kuraklık gibi aşırı hava olayları hayatımızı alt üst ediyor. İklim değişikliğinden en çok etkilenen Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye de maalesef aşırı hava olaylarından sert şekilde etkileniyor. Devletler ise uluslararası anlaşmalar ve verdikleri sözler aracılığıyla iklim değişikliğine karşı mücadele ediyor. İklim zirveleri olarak anılan Taraflar Konferansı’nda (Conference of the Parties, COP) tüm dünya bu mücadelenin önemli karar anlarına şahit oluyor…

Taraflar Konferansı (COP) Nedir?

COP, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (United Nations Framework Convention on Climate Change-UNFCCC) en üst karar alma organıdır. 

1992 yılında imzalanan UNFCCC, kurulduğu günden bu yana, Kyoto Protokolü (1997) ve Paris Anlaşması (2015) gibi dönüm noktası niteliğindeki anlaşmalar da dahil olmak üzere, uluslararası iklim müzakerelerine temel sağlayan en önemli anlaşmadır. Sözleşme, iklim değişikliği konusunda harekete geçmeyi ve ilerlemeleri      düzenli olarak raporlamayı taahhüt eden, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 197 devlet ve Avrupa Birliği (AB) tarafından onaylanmış durumda.

COP’ta Ne Görüşülüyor?

Sözleşmeyi onaylayan tüm Devletler, yani “Taraflar” Sözleşmenin uygulanmasını ve kabul edilen yasal araçları gözden geçirmek ve Sözleşmenin etkin bir şekilde uygulanmasını teşvik edecek kararları almak üzere COP’ta bir araya geliyor.

COP toplantılarının amacı ise, UNFCCC’nin genel hedefi olan iklim değişikliğinin sınırlanmasına dair ilerlemeyi gözden geçirmek. COP’larda, hedeflerin netleştirilmesi, yeni kuralların kabul edilmesi veya Paris Anlaşması gibi bağlayıcı anlaşmalar üzerinde fikir birliğine varılması gibi önemli sonuçlar elde edilebilir.

COP toplantılarında her bir devletin iklim değişikliğiyle nasıl mücadele ettiği detaylandırılarak katkıları gözden geçiriliyor. Burada, Ulusal katkı Beyanı (Nationally Determined ContributionsNDC) olarak bilinen, Paris Anlaşması’na taraf olmuş her ülkenin emisyonlarını azaltma ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlama yönündeki planları öne çıkıyor. Hatırlatmak gerekirse, Paris Anlaşması, sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 2 derecenin altında, mümkünse 1,5 derecede sınırlandırmayı amaçlıyor. Verilen sözlerin yeterliliği ve gerçekleşmesi Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmamızda büyük bir önem teşkil ediyor. 

Nerede Düzenleniyor?

Taraflar aksi yönde karar vermedikçe COP her yıl gerçekleşiyor. Yıllar önce ilk COP toplantısı Mart 1995’te Almanya’nın Berlin kentinde düzenlendi. COP; Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler, Orta ve Doğu Avrupa, Batı Avrupa ve Diğerleri olarak gruplandırılan bölgelerden birinde dönüşümlü olarak düzenleniyor. Bir devletin zirveye ev sahipliği yapmayı teklif etmediği bir durumda ise COP, UNFCCC’nin merkezi olan Bonn’da toplanıyor.

Azerbaycan’daki COP’ta Hangi Konular Görüşüldü?

29. Taraflar Konferansı (COP29), Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de 11-22 Kasım 2024 tarihleri arasında düzenlendi. Toplantının ana gündem maddesi, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadelesine yardımcı olacak finansal desteği sağlamaktı. Gelişmekte olan ülkeler, iklim krizindeki tarihi sorumlulukları nedeniyle gelişmiş ülkelerden 2035’e kadar yılda 1,3 trilyon dolar talep ediyordu. Ancak, toplantının sonunda gelişmiş ülkeler yılda 300 milyar dolarlık bir yardım sözü verdi. Geriye kalan 1 trilyon dolarlık kısmın ise özel sektörün yatırımları, krediler ve fosil yakıtlara veya sık uçak yolculuğu yapan kişilere uygulanması planlanan vergiler aracılığıyla toplanması hedefleniyor.

Zirvede ayrıca geçtiğimiz yıl COP28’de alınan fosil yakıtlardan uzaklaşma kararının da bir adım öteye taşınması hedefleniyordu ancak başta Suudi Arabistan olmak üzere ekonomileri fosil yakıtlara dayalı ülkeler bu yönde bir ilerlemenin önünü kesti. Fosil yakıt tartışmalarının Brezilya’da düzenlenecek olan 30. Taraflar Konferansı’nda (COP30) zirvesinde ele alınması bekleniyor.  

Türkiye COP29’da Nasıl Bir Performans Gösterdi?

Türkiye COP29’da Uzun Dönemli İklim Stratejisi belgesini yayımladı. Belgede, iklim değişikliğinin en önemli nedenlerinden biri olan başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan vazgeçileceğine dair herhangi bir söz veya tarih yer almadı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ise bir soru üzerine Türkiye’nin fosil yakıtlardan çıkacağını söylerken bir tarih vermedi. Bununla birlikte, Türkiye Bakü’de “Nükleer Enerjiyi Üç Katına Çıkarma Deklarasyonu”na imza atarak 2050’ye kadar nükleer enerji kapasitesini üç katına çıkarma taahhüdünde bulundu. İklim ve çevre alanında çalışan sivil toplum kuruluşları ise Türkiye’nin kömürden çıkış tarihi vermediği gibi nükleer enerji kapasitesini artırmayı hedefleyerek enerjide pahalı, kirli ve dışa bağımlılığı artıran bir yola girdiğini aktardı. 

Türkiye aynı zamanda, yenilenebilir enerji kapasite kurulumlarını hızlandırmak için Akdeniz bölgesinde uluslararası iş birliğinin güçlendirilmesini ve 2030 yılına kadar 1TW yenilenebilir enerji kapasitesi kurulmasını hedefleyen TeraMed isimli girişime de katılmadı. Hâlbuki büyük bir yenilenebilir enerji potansiyeline sahip olan Türkiye, güneş ve rüzgar enerjisi kurulu gücünü 2035’te 120 GW’a yükseltme planı ile bu girişimin doğal bir parçası olabilecek konumda. 

Fosil yakıtlar yerine güneş ve rüzgar enerjisini kullanarak enerjide dışa bağımlılığını azaltabilir, daha ekonomik bir şekilde elektrik üretebilir ve hepimize sağlıklı bir çevrede yaşam imkanı sunabilir. Fosil yakıtların yerine geçecek yenilenebilir enerji kaynaklarını herkesin hayrına kullanarak, ekonomisi güçlü bir Türkiye hayalini gerçeğe dönüştürebiliriz… 

The post İklim Zirvelerinde Ne Konuşuluyor? appeared first on Ekonomi ve İklim.

]]>